Oportünizme ve sosyal-şovenizme karşı, "Komünist Sınıf Partisi"nin inşası için katkılar...

18 Haziran 2012 Pazartesi

ÖDP ve T"K"P Misyonlarını Yeniden Belirliyor: Burjuva Politikasında Çöpçatanlık

2014-15 yıllarının seçim dönemi olacağı öngörülüyor. Seçimlerin daha öncesine de alınması sözkonusudur. Bu durum daha şimdiden burjuva partilerinin aralarındaki ve bizzat kendi içlerindeki çelişkilerin ve hesaplaşma hazırlıklarının (ya da açıkça öncü hesaplaşmaların) yoğunlaşmasına neden oluyor. Aynı şekilde burjuva politikasının uzantısı niteliğindeki oportünist çevrelerde de kendi kısa ve orta vadeli politik perspektiflerini oluşturma ve buna göre yeniden hizalanma ve gruplaşma çabaları artmaktadır.

ÖDP ve T"K"P'nin kısa ve orta vadede kendilerine biçtikleri rol son dönemde özellikle netleşmiş bulunuyor: CHP ve BDP arasında yaklaşan seçimlerin arifesinde arabulucuk, daha doğrusu çöpçatanlık rolünü oynamak.

Bilindiği gibi 12 Eylül 2010 referendamu sürecinde oportünist cenah kendi içinde “Evet” ve “Hayır” yanlıları olarak ikiye bölünmüştü. EDP, DSİP gibi çevrelerin AKP'nin “Evet” kampanyasını desteklediği (hatta aldatıcı "yetmez ama evet" sloganını keşfederek ideolojik planda öncülük ettikleri) referamdumda, ÖDP, T"K"P, EMEP, Halkevleri gibi çevreler de CHP'nin “Hayır” kampanyası için seferber olmuştu. Öte yanda BDP'nin “Evet” ya da “Hayır” kampanyalarından birine kazanılamaması ve devrimci ve demokratik güçlerle doğru “Boykot” tutumunda birleşmesi iki oportünist odağı da -kendilerinden beklenen bütün demokratik kamuoyunu burjuva odaklarının kampanyaları doğrultusunda seferber etme rolünü istenen düzeyde oynayamamaları anlamında- oldukça zor durumda bırakmıştı.

Bu durumun sonucunda gerek “Evet”çi gerekse de “Hayır”cı cephenin bir bölümü 2011 seçimlerinde BDP'nin bağımsız adaylarını destekleyerek referandumdaki rollerini unutturma yolunu tutmayı tercih etti. Öte yandan seçime kendi bağımsız kampanyalarıyla gitmeyi deneyen ÖDP ve T"K"P ciddi bir bozguna uğradı. ÖDP seçime katılmayı bile başaramazken, T"K"P ise "500.000 kişi arıyorum" diye "iddialı" bir kampanyayla girdiği seçimlerden bir önceki seçim sonucunun bile altında, ancak 64.000 gibi bir oyla çıkabildi. Bu tablo ÖDP ve T"K"P'nin bir dizi çevreyle beraber yürüttüğü "cumhuriyet elden gidiyor" söylemiyle birleştirildiğinde geriye tek bir çözüm kalıyor, CHP kuyrukçuluğunun yani CHP'nin AKP'yi durduracak tek güç olarak ileri sürülmesi politikasının giderek daha açık bir hale getirilmesi.

ÖDP bu role aday olduğunu T”K”P’ye göre daha az mahçup bir şekilde ortaya koymaktadır. Birgün gazetesi ÖDP'den bağımsızlık kisvesi altında referandum ve seçim dönemlerinde açıkça Kılıçdaroğlu'nun kampanya bülteni gibi yayın yapmıştır, CHP'li önde gelen isimler bu gazetede köşe yazarlığı yapmaktadır. Fakat son dönemde bu uzatmalı flörtün açık işbirliği çağrılarına dönüştüğünü görüyoruz.

ÖDP'nin CHP'yle ittifak çağrısı ÖDP genel başkanı Alper Taş’ın burjuva basınındaki açıklamarında şöyle yansıdı:

"Öncelik AKP'yi geriletmek. Türkiye'nin önceliği AKP rejimiyle mücadele ederek AKP'yi geriletmektir. Başbakan bize göre gelmiş geçmiş en ayrımcı başbakan. Hedefimiz bunu geniş bir muhalefet hattı kurarak yapmak. Bu kongrede bunların kararı alınacak. Daha etkili, daha güçlü, daha çok sesi çıkan bir ÖDP olacak.

Bu iktidara karşı sosyalistler olarak, CHP'yi ve Kürt muhalefetini de içine alan bir muhalefet hattıyla mücadele edebiliriz. Önümüzdeki yerel seçimler çok kritik. CHP'nin alacağı pozisyon önemli. Asgari düzeyde de olsa eşitlikçi ve özgürlükçü bir yerde durursa, Kürt muhalefetini dışlamayan bir tavır alabilirse, en azından Ankara ve İstanbul'da üzerinde anlaşılan adaylarla yerel seçime gidilebilir. Ankara ya da İstanbul'u almak AKP'yi ciddi ölçüde gerileten bir adım olacaktır. Biz CHP'yi hiç eleştirmiyoruz (ne zaman eleştirdiniz ki? - A.K.). Hedef almıyoruz. Çünkü şimdi asıl sorunumuz bu iktidar ve onun uygulamaları."

Bu sözlerden de anlaşılabileceği gibi ÖDP bir sınıf iktidarıyla, bu iktidarın bir devlet biçimi olan bir sınıf rejimiyle mücadele etmiyor. O "AKP rejimi" diye bir şeyle mücadele ediyor, yani iktidarı sınıf karakteriyle değil belli bir burjuva hükümetle tanımlıyor ve mücadele "önceliklerini" de bu tanıma göre belirliyor. Bay Alper Taş bir özgürlükçü sosyalisttir, ondan olaylara bir Marksist gibi, yani tutarlı sınıf mücadelesi bakış açısından yaklaşmasını bekleyemeyiz ve kesinlikle beklemiyoruz da. Bay Alper Taş'a iktidarın onun sınıf karakteriyle tanımlanması gerektiğini, şu ya da bu burjuva hükümetin hatta şu ya da bu burjuva rejimin gelip gitmesinin belli bir iktidarın sınıf karakterini değiştirmeye yetmeyeceğini söylerseniz size şöyle cevap verecektir: Evet bunları bizler de biliyoruz, Marksist klasikleri bizler de gençliğimizde az okumadık. Ama şu anda halka baskı uygulayan AKP'dir, ve bu şimdiye kadar gelmiş geçmiş hükümetlerin en kötüsüdür, en azından olası bir CHP hükümeti bundan iyi olacaktır, dolayısıyla önceliğimiz AKP'nin devrilmesidir. AKP tüm devlet aygıtına hakim hale geldi, neredeyse bir tek parti rejimi oluştu. Dolayısıyla AKP'yi kısa vadede indirmeye en yakın olan güç hangisiyse o desteklenmelidir ve bu da CHP'dir. Bu politikayı desteklemeyenler bilinçli veya bilinçsiz olarak AKP'ye hizmet etmiş olacaktır, vb vb...

Bu oportünizmin klasik ehven-i şer (kötünün iyisi) mantığıdır. Bu mantıkla daima her türlü burjuva hükümet değişikliği olasılığı kitlelere mevcut "rejim"den tek kurtuluş yolu diye sunulabilir.

Bu mantıkla "öncelik AKP'nin devrilmesi" olduğu sürece yapılması gereken "hiç eleştirmeden", körü körüne CHP'nin kuyruğuna takılmak, onun öncelikle önümüzdeki yerel seçimlerde başarılı olmasını sağlamak ve böylece genel seçimlerdeki başarısı için yolu açmaktır. Yalnız küçük bir sorun vardır. "Sosyalist iddialı" tasfiyeci legal oportünizmin burjuva partilerine verecek çok fazla aklı olsa da, oy toplamı yüzde 1'i bile bulmamaktadır. Bu durumda ona mevcut politik sahnede oynayabilecek tek bir anlamlı rol kalmaktadır: ne yapıp yapıp BDP'nin CHP'yle arasını bulmak, BDP'nin metropollerdeki oy potansiyelinin AKP'yi devirme yolunda CHP'nin emrine verilmesine yardımcı olmak. (Bu arada BDP'nin de buna pek uzak olduğu söylenemez. Daha önce de bu konuda ÖDP, BDP ve CHP arasında görüşmeler yapıldığı basına yansımıştı, ve hatta CHP'ye yakın yayın organlarında BDP eş başkanı Demirtaş'ın "ittifak olabilir" yollu demeçleri yayınlamıştı.)

T"K"P ye gelince, o ÖDP'ye göre CHP kuyrukçuluğunu açığa vurmada daha mahçup davransa da, çöpçatanlık misyonunu açıkça ilan etmede ondan bir adım önce davranmıştır. Daha 2011 Aralık ayında T"K"P Merkez Komitesi "BDP ve CHP Merkez Yönetim ve TBMM Gruplarına" hitaben bir mektup yazarak onlara "siyasi iktidarın uygulamalarının, Türkiye'de siyaset alanında Kemalistlerin ve Kürt siyasetçilerin oluşturduğu iki kesimden birinin üstü örtülü onayını aldığı sürece, Türkiye'de siyasetin alanı hızla daraldığını" hatırlatma ihtiyacı duymuştur. "Ergenekon ve türevi davalar" Kürt siyasetçilerin hoşgörüsüne yaslanırken, KCK operasyonları Kemalistlerin hoşgörüsüne yaslanmıştır (Acaba T"K"P' MK'sı Kemalistlerin bu tür operasyonlara bırakalım karşı çıkmalarını veya bunları hoş görmemelerini, bunları hararetle desteklemediklerini nerede görmüş insan merak etmeden edemiyor. "Analar Dersim'de de ağlamadı" mı gibi açık terörist bir söylemi Kemalizmin açık seçik tarihine yapılan referanstan aldıkları güçle Kemalistlerden başka kim böylesine pervasızca dillendirebilmektir günümüzde? - A.K.). Buna göre "BDP ve CHP'nin "öteki" tarafa dönük müdahaleleri desteklemeye ya da göz yummaya devam etmesi Türkiye'de ve bölgede yürütülmekte olan kapsamlı düzenlemeye destek anlamına" gelmektedir. Bütün bu hatırlatmalardan BDP ve CHP'nin nasıl bir sonuç çıkarmalarının beklendiği söylenmese de açıktır: Birbirinizden uzak durmanız "siyasal iktidarın" işine yarıyor, "Kürt siyasetçiler" Ergenekon, Odatv vb. davalara karşı çıksın ve Kemalistler de KCK operasyonlarına. En azından AKP'den kurtuluncaya kadar tarihsel ve güncel düşmanlıkları unutun!

Aslında T”K”P şefleri, ne Kemalistlerin ne de BDP’nin bu konularda kendilerinin vereceği bu türden akıllara ihtiyaçları olmadığını bilecek kadar gerçeklerden haberlidir. Gerçekte bu açıklamaların tek bir anlamı olabilir, o da T”K”P’cilik oynayan oportünist şeflerin önümüzdeki yıllar için talip oldukları burjuva politikasında çöpçatanlık rolüne kendi tabanlarını şimdiden hazırlamaya, şimdiden kendi üyeleri arasında “bu kadarı da fazla” diyecek unsurların olup olmadığını yoklamaya çalışmalarıdır.

Ve bu çöpçatanlık misyonunu eleştiren herkesin kafasının üzerinde oportünist mantık "AKP rejimini" devirebilecek tek alternatife karşı çıkmak kılıcını sallandıracaktır. Fakat biraz olsun tutarlı ve bağımsız hiçbir demokratik ve devrimci çevre bu klasik ehven-i şerci oportünist şantaja boyun eğemez. AKP hükümetinin ömrü pek büyük olasılıkla en fazla ilk ekonomik krize kadardır. Bunu herkesten önce AKP yöneticileri bilmektedir ve “başkanlık sistemi”, “partili cumhurbaşkanı” vb. çeşitli formüllerle boş yere bu mukadderatın önüne geçmeye çabalamaktadırlar.

AKP'nin korktuğu bir unsur da CHP'den değil, sokaktan, yığınlardan gelecek bir tepki dalgasıdır. Onun bir yanda "ileri demokrasi", "faşist darbelerle hesaplaşma" vb. demagojisi yürütürken, öte yanda bütün bu demagojiyi en kaba biçimde boşa çıkaracak tarzda, en ufak kitlesel devrimci ve demokratik mücadele potansiyeli üzerinde estirilen polis ve mahkeme terörüne böylesine bağımlı hale gelmesinin temelinde de bu yatmaktadır.

AKP hükümeti gerçekte hiç de CHP kuyrukçularının iddia ettiği gibi "her şeye hakim" olmuş değildir. Tam tersine arkasındaki yerel ve uluslararası sermaye desteğinin azaldığını, böylece altının gittikçe boşaldığını hissettikçe paniğe kapılmakta, öfkelenmekle ve hırçınlaşmaktadır. Aynı zamanda efendilerini memnun ederek, onların kendilerini bir süre daha "deliğe süpürmemeleri" için işçilere, emekçi yığınlara, ezilen halklara karşı en gözü kara saldırıları, en halk düşmanı tutum ve söylemleri göze alır hale gelmektedir. Çünkü o çok iyi bilmektedir ki tekelci sermaye çevrelerinin ve emperyalist merkezlerin desteğini tamamen yitirdiği noktada, ne kadar oy alırsa alsın bir gün dahi hükümette kalamayacaktır. Her şeyden önce çok çeşitli menfaat çevrelerinin bir toplamı görünümündeki parti (içinden çıktığı Milli Görüş gibi) kendi içinden parçalanıp dağılma tehlikesiyle karşı karşıya kalacaktır. MİT krizinde olduğu gibi şimdiden bu parçalanmanın ilk belirtileri en gürültülü biçimde ortaya çıkmaya başlamıştır. Tam da bu yüzden AKP önümüzdeki ilk önemli ekonomik ve/veya siyasi bunalımda kendinden önceki hükümet partileri gibi sıfırı tüketerek yok olup gitmemenin yollarını aramaktadır -elbette en az önceki hükümet partilerinin benzer arayışları kadar umutsuz bir çabadır bu. Zira tekelci kapitalistlerin egemenliğinde kontrol onlardadır, onların gelip geçici hükümetlerinde değil. Ve sermayenin çıkarları gerektiğinde harcanmayacak hiçbir sermaye hükümeti olamaz.

Son on yıllarda emrinde oldukları tekelci sermayenin işçilere ve emekçi halklara düşmanlık politikasını sürdüren önceki pek çok sermaye hükümetlerinin (ANAP, DYP-SHP, Refah-Yol, ANASOL-D vb.) düşüşünde olduğu gibi AKP "devr-i hükümetinin" sonlanmasında da muhtemelen geniş işçi ve emekçi yığınların tepkisinin ve kitlesel eylemlerinin belirleyici bir rolü olacaktır. Hükümet koltuklarına hiç inmeyecekmiş gibi yapışmaya çalışan, bunu sağlamak için zorlama kanuni düzenlemeleri devreye sokan önceki hemen tüm hükümetler burjuva “ana muhalefet” partisinin atılım yapmasıyla değil, sokakta, kitlesel protesto hareketleri sonucunda düşürülmüştür. Ama kitlelerin önünde onlara önderlik edebilecek bir örgütlü proleter sınıf önderliği olmadığı için sonuç asla kitlelerin değil daima şu ya da bu burjuva partisinin/partilerinin işine yaramıştır.

Önemli olan kitlelerin bu rolünün şimdiye kadar olduğu gibi daima sermaye egemenliğinin siyasal ve ekonomik bunalımları atlatmasını kolaylaştıracak şekilde yıpranmış bir burjuva hükümetin tasfiye edilip yerine bir yenisinin konmasını sağlamada basit bir manivela işlevi görmesinden kurtulması, yani bağımsız devrimci bir çizgiye oturtulmasıdır. Gerek sermaye hükümetlerine gerekse de onların efendilerine en korkulu rüyaları gördüren şey ise "sosyal patlama"yla ulusal ayaklanmanın iç içe geçmesi tehlikesidir. Tam da bu yüzden "sosyalist" ve ulusal oportünizme karşı, ezen ve ezilen ulus burjuvazilerinin çıkarları doğrultusunda emekçi yığınları sahte umutlarla, yakın ve kolay başarı vaatleriyle aldatarak parçalayan tüm odaklara karşı kesin bir zafer sağlamadan böyle bir bağımsızlık asla elde edilemeyecektir. Emekçi yığınların kitlesel çıkışları burjuva kliklerin mücadelesinde bir piyon olarak kullanılmaktan bu olmadan asla kurtulamayacaktır.

Özellikle 28 Şubat dönemi, günümüzün en keskin 28 Şubat karşıtlarını da kapsayan legal oportünist "sol"un, işçi ve emekçi yığın hareketlerinin burjuvazinin iç hesaplaşmaları doğrultusunda yönledirilmesinde boyundan büyük işler becerebildiğini kanıtlamıştır. Günümüzde hâlâ 28 Şubat "sosyalizm"i zemininde politika yapmayı sürdürmeye çabalayan ÖDP ve T"K"P gibi çevreler, CHP-BDP ittifakına katalizör olarak aynı rolü bir kez daha oynamaya çalışmaktadır. BDP yönetimindeki çeşitli çevrelerde ifadesini bulan ve kah TÜSİAD'ın, kah MÜSİAD ve cemaat-holdingin, kah AKP'nin, kah CHP'nin, kah meclisteki burjuva partilerinin uzlaşmasının, kah Genelkurmay ve MİT'in veya Cumhurbaşkanının ya da Başbakanın bir parmak şıklatmasıyla "Kürt sorununa acil çözüm" getirileceği beklentilerini körükleyen ulusal reformizmin de böyle bir ittifakı "pazarlık seçenekleri" içinde görmesi "sosyal" (ve sosyal-şoven) oportünizmin bu yöndeki umutlarını daha da arttırmaktadır.

Kitlelerin politik uyanışı arttıkça, sosyal ve ulusal oportünizmin körüklediği reformist hayalcilik politikası bilinçli ya da bilinçsiz olarak sermayenin kitlelelerin "kriz yönetimi"yle, reform vaatleriyle on yıllarca ve on yıllarca süründürülmesi politikasının giderek daha da vazgeçilmez, daha da ayrılmaz bir bileşenini haline gelmek zorundadır ve öyle de oluyor. Bütün milliyetlerden en geniş ezilen ve sömürülen kitlelerin mücadelesini proletaryanın devrimci kurtuluş bayrağı altında birleştirecek sınıfın öncü partisinin güçleri ancak burjuvazinin sonsuza kadar oyalayıcı politikasının kitleler içindeki uzantısı olan oportünizmin bütün biçimlerine karşı amansız bir mücadele içinde oluşturulabilir ve bir araya getirilebilir. Ve ancak böyle bir öncü güç burjuvazinin sosyal patlama ve ulusal baskıya karşı “patlama”nın iç içe geçmesi kabuslarını, bu yönde varolan dinamiklere bilinçli ve birleşik bir sosyal ve ulusal kurtuluş ayaklanması yönünü verecek şekilde gerçeğe dönüştürerek, milyonlarca emekçi için gerçek kurtuluşun biricik yolunu açabilir.

Akıntıya Karşı